İklim değişikliği, yükselen denizler ve bozulan ekosistemler sonucu 2050’ye kadar dünyada iklim mültecileri 1.2 milyar kişiye ulaşabilir. İklim değişikliği tehdidi küresel olarak arttıkça, dünya çapında yaşam koşullarının daha da istikrarsız hale gelmesi şaşırtıcı değil.
İklim değişikliği sadece aşırı hava koşulları anlamına gelmiyor. Yükselen deniz seviyeleri, zarar görmüş ekosistemler ve çevresel değişikliklerin tümü, küresel ölçekte büyük bir karışıklığa neden olma potansiyeliyle insanların yaşamlarını olumsuz etkiliyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) göre, yıllık ortalama 21,5 milyon insan 2008’den bu yana iklimle ilgili olaylar (sel, fırtına, orman yangınları ve aşırı sıcaklıklar gibi) tarafından zorla yerinden edildi. Bu sayıların, uluslararası düşünce kuruluşu IEP’in tahminlerine göre önümüzdeki yıllarda daha da artması bekleniyor.1.2 milyar insan iklim değişikliği ve doğal afetler nedeniyle 2050 yılına kadar küresel olarak göçe zorlanabilir.
İklim mültecileri kimlerdir?
“İklim mültecileri” terimi, BM Çevre Programı (UNEP) uzmanı tarafından 1985 yılında kullanılmaya başlandı.Essam El-Hinnawi iklim – veya çevresel – mültecileri “belirgin çevresel bozulma nedeniyle geleneksel yaşam alanlarını geçici veya kalıcı olarak terk etmeye zorlanan” insanlar olarak tanımladı. Ancak tanımın kapsamı hala bazı karışıklıklara neden oluyor.
Kasım 2020’de iki kategori 4 kasırga Honduras, Guatemala ve El Salvador’u vurduğunda, şiddetli yağmurlar ve toprak kaymaları evlerini, geçim kaynaklarını ve temiz suya erişimlerini kaybetmeleri anlamına geldiğinden insanlar sınırı geçerek Meksika’ya akın etti ve ABD’ye yöneldi.
Bu durumda, sebep ve sonuç açıktır. Kendi ülkelerinde aşırı hava koşullarının neden olduğu yaşanmaz koşulların, insanları iklim mültecisi olarak sınırları aşmaya nasıl yönlendirdiğini görmek kolaydır.
Ancak, tanımın çok daha geniş bir insan yelpazesi için geçerli olması gerektiği belirtiliyor, yani “toplumlarında bir şekilde doğrudan veya dolaylı olarak çevresel koşullarda ortaya çıkan kısa yada uzun vadeli değişiklikler ile ilgili olabilecek bozulmalardan etkilenen herkes” iklim mültecisi olarak nitelendirilebiliyor.
Nitekim, halen Somali’de kuraklık, 7,8 milyon kişiyi olumsuz etkiliyor. Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), Somali’de 7,8 milyon kişinin kuraklıktan etkilendiğini açıkladı.
OCHA Sözcüsü Jens Laerke, Somali’deki kuraklık nedeniyle 1,1 milyon kişinin göç etmek zorunda kaldığı bilgisini paylaştı. 7,8 milyon Somalilinin kuraklıktan etkilendiğini belirten Laerke, kuraklıkla mücadele için en az 2 milyar dolara ihtiyaç olduğunu belirtti. Laerke, ihtiyaç duyulan yardımların yapılmaması durumunda Baidoa ve Burhakaba bölgelerinde de kasım ve aralıkta kıtlık yaşanacağı uyarısında bulundu.
Bu, iklim değişikliğinin sadece insanlara ve altyapıya anında zarar vererek bir tehdit oluşturmadığını, aynı zamanda toplumları ve ekonomileri yavaş yavaş istikrarsızlaştırarak onları diğer tehditlere karşı daha savunmasız hale getirebilecek uzun vadeli bir tehlike olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Örneğin deniz seviyesinin yükselmesini ele alalım. Son 30 yılda, deniz seviyelerinin yükselme riski yüksek olan kıyı bölgelerinde yaşayan insanların sayısı 160 milyondan 260 milyona çıktı ve bu insanların % 90’ı azgelişmiş ülkelerde ya da küçük ada devletlerinde yaşıyor.
İklim riskleri birbirine bağlı olduğundan ve domino etkisine neden olabileceğinden durumun daha da kötüleşebiliyor. Örneğin, bir ülkede sıcaklıkların artışı doğadaki suyun miktar ve kalitesini azaltabiliyor. Bu durum hastalıkların yayılmasını artırabildiği gibi, gelirleri ve gıda kaynaklarını azaltacak tarımsal üretim kaybına yol açan kuraklık olasılığını artırabiliyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı dolayısıyla tahıl sevkiyatının duraksaması, savaş yüzünden insani yardımlardaki azalış, bölgede terör örgütü Eş-Şebab’ın varlığı gibi sebeplerin yanı sıra uzun süren kuralık nedeniyle Somalililer, kıtlık endişesi yaşarken bazıları evlerini terk ederek farklı bölgelere göç ediyor.
Çatışma ve iklim krizi arasındaki ilişki
Bu domino etkisi, 2006 ile 2010 yılları arasında eskiden verimli olan tarım arazilerinin çölleşmesinin mahsul veriminin düşmesi anlamına geldiği Suriye’de hissedildi.800.000 kişi gelirlerini kaybettiler ve ülke besi hayvanlarının yüzde 85’i öldü. İnsanlar geçim kaynaklarını kaybederken gıda fiyatları yükseldi ve 1,5 milyon kırsal kesim işçisi iş bulmak için şehre taşındı. Geride kalanlar yoksullukla karşı karşıya kaldılar ve terör örgütleri için kolay bir hedef oldular.
Suriye iç savaşına yol açan yegane faktörler bunlar değil, ancak Arap Baharı ve Suriye hükümetinin giderek katılaşan kısıtlamaları bağlamında, iklim değişikliğinin neden olduğu toplumsal sorunlar mevcut gerilimleri artırmaya çalıştı. Sonuç, yaklaşık on yıllardır dünyanın en kötü mülteci krizlerini körükleyen bir çatışmaydı. 6,6 milyon Suriyeli (nüfusun yaklaşık dörtte biri) ülkelerinden kaçmak zorunda kaldı.
İklim değişikliğine karşı en savunmasız ülkeler ile çatışma veya şiddet yaşayan ülkeler arasında güçlü bir ilişki olduğundan, Suriye’deki deneyim ne yazık ki olağandışı değil. BMMYK’nın Göçe Zorlanmada Küresel Eğilimler 2020 raporuna göre, 2020’deki tüm çatışma yer değiştirmelerinin yüzde 95’i, iklim değişikliğine karşı savunmasız veya oldukça savunmasız ülkelerde meydana geldi.
İklim göçüyle mücadele etmenin bir yolu, çevresel değişimin tehdidi altındaki toplumlarda ekonomik fırsatlar yaratmaktır. Örneğin, Bangladeş’te sellere neden olan kasırgalar sonucu toprak tuzluluğunun artışından etkilenerek üretim dışı kalan tarım arazisi oranı % 53’tür. Bu durum, hayatta kalmak için tarıma güvenen topluluklar için ölümcül bir tehdit oluşturuyor.
Bunun sonucu olarak, Bangladeş’ten 950 bin kişi büyük kısmı komşu Myanmar’a olmak üzere göç etti ve bu insanlar orada mülteci kamplarında yaşıyor. Bunun sonucu olarak da Myanmar’da müslüman ve Budist topluluklar arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor.
İklim mültecilerine yardım etmek için neler yapılabilir?
Bangladeş’teki çiftçiler, bir Hollanda araştırma projesinin desteğiyle yeni koşullara kısmen uyum sağlayabiliyor. Onlara patates, havuç, lahana ve kişniş gibi toprağa daha iyi uyum sağlayan farklı ürünler yetiştirmeyi öğreten yerel STK’lar aracılığıyla şimdiye kadar 10.000 çiftçi eğitim aldı ve bu da yılda iki ila üç ekstra hasatla sonuçlandı. Ayrıca, siyasi mültecilerin iklim mültecisi haline gelmelerini önlemek için yerel ortaklarla birlikte çalışarak mülteci kamplarının muson fırtınaları sırasında toprak kaymasına eğilimli olan bölgelerine zemini stabilize etmek için hızla büyüyen ağaçlar dikiyor.
Beyaz Saray raporu, örneğin ABD dış yardımı ve uluslararası finans kurumlarından gelen iklim finansmanının, savunmasız toplulukların iklim ve göç risklerine yanıt vermesi, bunlara hazırlık yapması ve uyum sağlaması için desteklenmesinin anahtarı olduğunu söylüyor. ABD hükümetini, sorunu ele alma çabalarını koordine etmek için iklim göçü konusunda kurumlar arası bir çalışma grubu kurmaya çağırıyor. İklim değişikliği ve göçten yerel veya uluslararası olarak etkilenenlere yardımcı olmak için ABD politikasının, stratejilerinin ve bütçelerinin hazırlanmasını denetleyecekti.
Son olarak uzmanlar, iklim değişikliği mültecilerinin, çatışmadan kaçanlar gibi diğer mültecilere sunulan aynı koruma statüsüne erişmeleri gerektiğini savunuyorlar.
Mart 2018’de BM İnsan Hakları Konseyi, birçok insanın iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle evlerinden zorlandığını tespit etti. Bu kişiler ‘mülteci’ tanımına uymuyor ve onlara “dünyanın unutulmuş kurbanları” deniyor. Bu, onları sınır dışı edilme gibi tehditlerden koruyabilecek insan haklarına yönelik yasal korumalara erişemeyecekleri anlamına geliyor.
Bunu düzeltmek için hükümetler ve yasal organlar, iklim değişikliğinin neden olduğu koşulları insan haklarına yönelik bir tehdit olarak yeniden çerçevelendirmeli ve iklim mültecilerinin karşı karşıya olduğu ölümcül tehdidi kabul etmelidir – bu tehdit her zaman savaştan kaçan mültecilerin karşılaştığı tehlikeler kadar acil olmasa bile. Ki, mevcut durumda her iki tip göç çoğu zaman bir arada bulunuyor.
Beyaz Saray raporu bile, mültecileri korumaya yönelik mevcut yasal araçların “iklim değişikliğinin etkisiyle yerinden edilmiş bireyleri, özellikle de sınır ötesi göçü ele alan kişileri korumaya kolayca uygun olmadığını” kabul ediyor. Temel yasama önerilerinden biri, ABD’nin Geçici Koruma Durumu olarak bilinen göçmen koruma programının kullanımını genişletmesidir.
Ancak nihai çözüm, sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin (°C) çok altında ve ideal olarak 1,5°C ile sınırlamak için Paris Anlaşmasında belirtilen hedeflere ulaşarak iklim değişikliğini azaltmaktır.
Bu krizi yönetmek için hükümetlerden başlayarak sivil kurumlara, akademiye ve şirketlere kadar büyük bir ekip çalışması şeklinde toplu hareket etmek gerekiyor. Bireyler olarak bile tüketiciler, seçmenler ve dünya vatandaşları olarak herkes sorumluluklarını dikkatle düşünmek zorunda.
Bu yazıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için doktorunuzun önerileri çerçevesinde hareket ediniz.