Ülkemizde meydana gelen deprem felaketi sonucu ortaya çıkan yıkım, deprem felaketinde hukuki sorumluluk konusunu gündeme taşımaktadır.
Deprem felaketinde hukuki sorumluluk ve devlet
Deprem, doğal bir afet olduğu için önlenemese de, depremin şiddetinden etkilenmemiz kaçınılmazdır. Bu etkilenme teknolojinin haksız kazanç elde edilmeksizin kullanılması ve sağlam bir mevzuata tüm yöneticilerin ve müteahhitlerin uyması halinde azaltılabilir. Deprem bölgesi olduğu bilinen bölgede devlet, vatandaşlarına Anayasa’nın 23. maddesine uyarak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, ve güvenli barınma hakkını sağlamak zorundadır.
Devlet bu hususta; mevzuat çıkarma ve denetleme hakkına ve sorumluluğuna sahiptir.
- Yerleşme ve seyahat hürriyeti
Madde 23 – Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;
Bu sebeple devlet, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi zorunlu kılan mevzuatlar çıkararak ve bunlara uygunluğunun düzenli denetimini yaparak, deprem kuşağında yer alan taşınmazları, dünyadaki teknolojik gelişmelerin en üst sınırını esas alacak güvenlikte inşaatlarla düzenli kentleşmeyi sağlayabilir.
Bu hususta dikkat edilmesi gereken, öncelikle mevzuatta inşaat için gereken malzemelerin bir deprem sırasında risk yaratıp yaratmayacağı ve üzerine inşaat ruhsatı verilen alanın zemininin sağlam bir inşaat için uygunluğunun olup olmadığıdır. Olağan hayatın akışında, bir vatandaşın oturacağı evin inşaat ruhsatına uyumluluğunu değerlendirmesi mümkün olmadığından, bu; devletin sorumluluğundadır. Bu sebeple evi deprem sırasında zarar gören her vatandaş, müteahhidin hiçbir ayıbı olmadan inşaatı tamamladığı durumlarda, idarenin sorumluluğuna gidebilir. Bu mevzuatın uygulanmasından kaynaklı zarar gören her vatandaş, İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak devletten tazminat talep edebilir.
Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. sayılı kararında:
“Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir. Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.”
Danıştay bu kararında deprem kuşağında yer alan bir bölgede yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı hazırlıklı olması gerektiğini ve idarenin bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları, kontrolleri, denetlemeleri yapmadığı takdirde mücbir sebebe dayanarak sorumluluktan kurtulamayacağını açıkça belirtmiştir.
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’da belirtildiği üzere belediye, mülk idare amirleri ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na afet bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Bu makamlar sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetlemekle yükümlüdürler. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde, idarenin oluşan zararı tazmin etmesi gerekecektir.
Ancak bu hususta dava açmadan önce, depremde müteahhitin sorumluluğu değerlendirilmelidir. İnşaat faaliyetinde bulunarak bir bina yapan Yüklenici Müteahhit, binanın tüm işlerini hukuka uygun, yaşamak için güvenli, ve özenli yerine getirmelidir. Bu sebeple Müteahhitin depremden doğan zarardan sorumlu olması için bir kusuru bulunmalıdır.
Bu sebeple bir bina deprem etkisiyle yıkıldığında, öncelikle tespit edilmesi gereken hususlar şunlardır;
- -Bina mevzuata uygun malzemeler ile uygulama hatası olmaksızın iyi bir mühendislik kullanılarak yapıldı mı?
Güvenilir ve sağlam malzemeler ile, uygun zeminde iyi bir inşaat yapılması halinde depremin vereceği zarar azalacağından, müteahhit bu aşamada yaptığı her uygulama/mühendislik hatası/yetersiz malzeme kullanımından sorumludur. Binayı yapan ve ayıpsız şekilde teslim ettiğini taahhüt eden müteahhit olduğundan, bölgeden alınacak örnekler ve planlarla inşaatın düzgün tamamlanmış olduğu kanıtlanmalıdır.
Haksız fiilin mevcut olabilmesi için; fiil, zarar, kusur, hukuka aykırılık ve uygun illiyet bağının bir arada bulunması gerekir. Bu şartların bütünü halinde haksız fiil gerçekleştiğinden hem hukuki hem cezai sorumluluğu söz konusudur.
Deprem Felaketinde Hukuki Sorumluluk Açısından Müteahhit
Müteahhitin hukuki sorumluluğu
Deprem felaketinde hukuki sorumluluk aaçısından müteahhitin değerlendirilmesi için;
- Mütteahhit ayıplı bir şekilde edimini yerine getirmeseydi depremin zararı ne olurdu?
- Müteahhitin ayıplı inşaat yapmasından doğan doğrudan ve dolaylı zarar nedir?
- Binanın zeminin yapısının depremden hasar almaya etkisi nedir?
- Binanın zemininin uygunluğu İdare tarafından denetlenmiş ve uygun karar verilmiş mi?
sorularına cevap verilmeli, alanda bilirkişilerce örnek alınarak inşaatta kullanılan malzemeler, binanın işçiliği, mevzuata ve planlara uygunluğu ile zemini değerlendirecek bir uzman görüşü alınmalıdır.
Müteahhitin Cezai Sorumluluğu
Yapının uygun inşaası halinde bir ölüm/yaralama meydana gelmeyecekti ise, müteahhit sebebiyle gerçekleşen ölüm ve yaralamadan Müteahhit sorumlu olacaktır. Mütteahhit gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı kusurlu bir davranışı ile öngörülemeyecek şekilde başka bir kimsenin hayatına son vermesi durumu söz konusu olduğundan “Taksirle Ölüme Neden Olma” suçu oluşacaktır. Bu suç 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde düzenlenmiştir:
“Madde 85- (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Taksirle yaralama suçu ise aynı kanunun 89. maddesinde düzenlenmiştir:
“Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”
Yukarıda belirtilen hususlar deprem felaketinde hukuki sorumluluk hususunun çerçevesini açık bir şekilde çizmektedir. Bu hususta gerek devletin, gerekse müteahhitin sorumluluğu açısından dava açma hakkı mevcuttur. Bu konuda hukukçulardan yardım alarak oluşan zararların tazminini ve sorumluların cezalandırılmasını istemek zarar görenlerin en doğal hakkıdır.
Görsel pressfoto tarafından sağlanmıştır.
Bu yazıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Hukuki haklarınızın korunması ve takibi için avukatınızın önerileri çerçevesinde hareket ediniz.
Teşekkür ederiz😔